brüksel'de o kadar kısa süre kaldım ki sanırım üstüne konuşabilmek için bir kez daha gitmek veya konuşmamak gerek ama birası tatmaya değerdi evet!
bu bir ''jurnal'' dir. geri döneceğim yer yine aynı olacağından, göreceksiniz bu bir ''çember'' dir.
21 Haziran 2010 Pazartesi
brüksel
brüksel'de o kadar kısa süre kaldım ki sanırım üstüne konuşabilmek için bir kez daha gitmek veya konuşmamak gerek ama birası tatmaya değerdi evet!
I amsterdam
berlin'den trenle amsterdam'a geldiğimizde ilk iş dışarı çıkıp bir sigara sardım,sezgi de benle sararken bi adam ve köpeği ile tanıştık.sahi bize mail adresini vermişti ama kim bilir nerde şimdi! biraz yürüdükten sonra amsterdam'a girdiğimizde aklımda amsterdam'a ilişkin zevk kenti gibi bir imaj doğuverdi...yüksek şatafatlı binalar,bozuk para atınca yemek veren küçük kutular (otomat işte ney?!), bir sürü bisiklet...derken 3-4 gün içinde amsterdam'ın aslında ne küçük ne sevimli ne sıradan bir köy oldugunu görüverdim.
belki bazıları için hala o zevk kenti olma özelliğini koruyordur ama benim için ufak bir köyden öteye gidemedi.
altından sarı yeşil su akan,içinde bembeyaz kazların yüzdüğü kanalları örten köprüleri aşıp,yel değirmenli sokaktan girince bir üniversite kampüsü karşıladı bizi.(ve tanrım inanılmaz yakışıklı erkekler!) bir binaya girip aegee nin çalışma odasına girdiğimizde dışarıdaki o soğuk ciddi harvard havası yerini ortaokul eğlencesi renklerine bırakmıştı...bir langırt masası,posterlerle bezenmiş duvarlar...bir masada oturan ve uzo içen 2 yunan,bir koltuk takımına konuşlanmış 5-6 türk ve etrafta mutlu görünmeye çalışan tedirgin hollandalılar,neşeli sohbetlerine ellerindeki biralarla kokteyldeymiş gibi devam eden avrupalılar...
önce bir yere oturup biraz gözlemledim,bir kaç kişiyle muhabbetler ettim,arasıra sıkılıp dışarıda sigara içtim...bir ara o yunanlılardan biri -ki kendisi kyriakos! ile konuşma fırsatım oldu ona selanik maceramı anlatıp atina ya da gelmek istediğimi söyledim,geldiğimde havaalanında beni kırmızı halıyla karşılayacakmış!(:
(daha sonra bir italyan'a pizza ya gelmek istediğimi söylediğimde iyi gel güzel bir yer falan demişti sadece)
çıkıp dolaşalım dedik en sonunda ve red light'a geldik!

bir iki arkadaş hem şaka yollu hem de biraz ciddi olarak kızlarla konuşup fiyat aldı (20 euro) o sırada ben de etrafı fotograflarken bu fotografı çektiğimi gören bir redligt kızı elleriyle suratımı ezeceğine dair bir işarette bulundu..korkup bir süre gizli çekim modlarında takıldım...
önceleri kızlarla aramda bayaa mesafe varken gezmeye başaldıkça sokaklar daralıyor kimi zaman sadece kız değil,içeri bakıp sevişen erkek silüeti görme fırsatı(!) da buluyordum. magic mushroom satan dükkanlardan yayılan marihuana kokuları her ne kadar davetkar olsa da girmedim.
an geldi red light bitti ben yeniden farklı bir dünyadaydım.
anlamıştım ki amsterdam sadece belli bir ruhu olan bir şehir olmaktan ziyade bir çok ruhu aynı anda yaşatan ve geçişleri başarılı olan bir kulüptü!
derken kalınacak yere gitme sırası geldiğinde,bize kalacağımız süre boyunca kullanacağımız şehir içi tren biletlerinden dağıtıldı. binerken kps okutur gibi trenin kapısında okutuyorsun (çok tatlı) çıkarken de öyle...uzuuun bir yoldan sonra bir alt geçidin altından yürüyp orman yoluna çıktık.
sisili bir orman yolu..ara ara dereler...
sonunda bir izci kampı misali duran büyük bir spor salonuna girdik.yine ortam değişikti...önce insanlar köşelere dağıldı sonra yine ısınma turlarıyla oyunlar başladı.birini pek az tanıyan insanlar,duydukları isimler hakkında nasıl biri olduguna ilişkin eglenceli tahminlerde bulunuyorlardı...çocukça olsa da cinsel atıflar tat getiriyordu;belki de en çocukça kısmı buydu..yok yok sonradan oynanan sandalye kapmaya çalışıp birbirinin bacakalrına dolanmaya benzer oyun sanırım daha çok cinsel içerik ve çocukluğu bir arada barındırıyordu,ama kimsenin rahatsız olduğu yoktu...
uyku için bir muhteşem tulum bir de şişme deniz yatağı verildi bana,macar çocuk miklos'un yanındaki boşluğa yerleştim uyandığımda görmek istediğim güzel yüz o oldugu için ancak şişme yatağın ortasını şişrmeyi unuttuğum için bütün gece popomun üşüyen kısımlarını değiş tokuş etmek için dönüp durdum,ertesi gece için yeni bir yer buldum.
sabah çıkıldı,
biraz yüründü, yürürken bu manzaraya rastlandı ki kendisi her şeyi anlatıyor,kampüse varıldı,konferanslara girildi,bir çok şey öğrenildi medyanın hayatımızdaki yerine dair.sonra o öğrenilen şeyler girilen coffee shop'larda bir bir silindi...
önce bir tutam big budha bişiy alındı bir kaç sarma kağıdı sonra o sarıldı ve diğer arkadaşlara ikram edilerek onlarınkinden tadıldı.
başlarda ele alınan sigaranın adı sanı sorulurken bir süre sonra kafalar o kadar güzel oldu ve muhabbet o kadar samimileşti ki su gibi akan zamanın sonuna gelindiğinde biraz geç farkedilmiş olması durumu canı hiç sıkmadı.
bekleyenler biraz sıkılmış olsa da anlayışla karşıladılar,prgramlar yapıldı.sırada su üstünde gezi, sex müzesi,isteğe bağlı olarak gidilebilecek sex tiyatrosu madam tuso müzesi vs. vardı.
su üstünde geziden kasıt,her yanından amsterdamı görebileceğin bir ufak yatla amsterdamdaki bütün su yüzeyinin gezdirilmesi demekti ki bir yandan etraftaki tarihi veya sanatsal önemi olan bina ve mekanlarla ilgili bilgi verilirken bir yandan aslında amsterdamın hiç de o kadar küçük bir yer olmadı ispat ediliyordu.
etrafında tekneler,su üstüne kurulmuş küçük evler,kazlar ve tünel altlarında yaşayan güvercinler olan kıyıda önce bisikletler sonra arabalar ve şık binalar sergileniyordu.sonrası açık deniz!
sex müzesi içine girildiği anda bizi siyah deri fetiş kostümler içinde cansız mankenler ve canlı gibi gelen inleme sesleri karşıladı...
bu mankenlerin bazıları gelen kişiyi algılayıp tepki verebilen (örneğin bir tanesi denzici kostümlü bir manken ve önüne geldiğinizde organını kaldırıp aranızdaki cama işiyor.)
bir kısmı marlyn monroe gibi isimlerin canlandırmaları bir kısmı pornogrofik bir kısmı saf erotik fotograflar.ama gerçek bir sanat!
neyi ne zaman yaptığımızı net hatırlayamasam da fotograflara baktıgımda ''aa bunu da yapmışız'' diyorum..mesela film ler çektik...4er bölümden oluşan 4filmdi bunlar,ayrı ayrı sahneler çekliyor birbirinden bağımsız,sadece kalınan yer hakkında biraz bilgi veriliyor ve ekipler çerçevenin dışına taşmamaya özen göstererek bu filmleri tamamlıyordu..hala filmleri tam olarak izleyemesem de bir sahnede red light kızları yerine genç erkeklerimizi vitrinlediğimizi,bir ara hollandalı kızıl şekerin başörtüsü altına girdiğini,bir ara cansunun sahne sonunda şemsiyesi altında çok değişik bir cümle söylediğini ve bizim katlar arasında koşuşturduğumuzu hatırlıyorum.
sex theatre'a gelince ücretin 25 eurooldugunu öğrenen arkadaşlar vazgeçtiler biz 5 kişi oyunu izlemeye girdik.oturduğumuzda fark ettik ki bu 5 kişiden 4 ü türk biri yunandı!bu da ülkelerin kültürleri,siyasetleri,tabular vb bir çok konuda bir çok ipucu vermeye yeterli bir farkediş anıydı.içeride fotograf çekmek yasak oldugundan sadece salonun duvarlarına dair gizlice çektiğim bir fotograf sunabilirim:
tiyatro ise tam bir facia: önce orta yaşını geçmiş bir kadın iğrenç vücuduyla striptiz yaparak başlıyor,sonra yarı çıplakken seyircilerin arasında dolanarak kendisine partner arıyor,ama o kadar çirkinki kimseden olumlu cevap alamıyor.
bizim yanımıza geldiğinde kyriakos kadına benim onun kız arkadaşı olduğumu ve izin vermeyeceğimi söyledi ben de sesimi çıkarmadım şimdi olsa yok tatlım buyur derdim eğlence olurdu ama kıyamamışım.derken kadın en sonunda perde kapanana dek bir vibratörle mastürbasyon yapıyor,perde açılıyor bu sefer umutluyuz çünkü karşımızda genç ve güzel denebilecek bir hatun var.fakat bir süre sonra bunun da müzik eşliğinde striptiz den başka bişey olmadığını görüyorsun bundan ziyada göğüslerinin ne kadar küçük ve biçimsiz,kuyruk sokumunun ne kadar derin ve rahatsız edici oldugunu görünce bazı kadınların giyinikken daha güzel oldugu hayallerin gerçeklerden daha tatmin edici olabileceğini yeniden anlıyorsun.derken sahne yeniden açılıyor,kilise müziği gibi bir müzik azrail kılığında bir adam!sanat göreceğim diye ümitleniyorsun ama nerde?bir süre sonra azrail pelerininin altında yine o yaşlı bedenden tanıdığımız üzre ilk kadın çıkıyor ve adama oral sex yapışına tanık oluyoruz.izlemiyor tanık oluyoruz.adam bile zevk alır gibi değil.bir süre sonra yerde,sanki 60yıldır aynı pozisyonda aynı kişiyle sevişirmiş gibi bir zevksizlik abidesi yüz ifadesiyle sevişiyorlar ve perde kapanıyor.bitti mi?25 euro yu bunun için mi verdik demeye bile kalmadan salon terk ediliyor.
akşam yine dönülerek içilen sigaralar arasında değişik değişik bir sürü insanlarla tanışılınıyor,bir çok övgü duyup göğüsler kabartılıyor...haha mc lazy!türk oldugumu öğrenince merhaba dedi bana; şok oldum!tarık'mış adı ama türk değilmiş...birlikte sigara içtiğim adam ertesi gün konferansta bize sunum yaptı; o daha da hoş oldu!hatta en begendiğim seminer de o'ydu.
ilk gidilen coffee shop amsterdam girişine yakın olan,içerisinde reggea müzik çalan şık denebilecek bir mekanken, artık bokunu çıkarmaya karar veren genç tayfa biz
, bu sefer zencilerin işlettiği yine rengarenk olsa da, reggea dan ziyade rap çalan, biraz ürkütücü bir coffee shop a girdik,o kadar gülüp eğlendik ki,işletmeci gelip burası çocuk bahçesi değil diye bizi uyardı.
bir ara gece internet kafeye gidelim dedik uçak bileti bakmak için,hem internet kafe hem coffee shop özelliği olan o cennette sezgi ve ben öyle güzel takıldık ki gece klubüne gittiğimzde sezgi yerinden kalkamadı ben 3 şarkı dinleyip 2 konser dinlemiş kadar eğlenip yoruldum...
takımdan önce kalınan yere dönelim dedik,uzun yol kat ettik ve geldiğimizde kapı duvardı! o soğukta önce insanları aradık ama kimsenin gelmeye niyeti olmadığı gibi telefonumuzu duymaları bile mucizeydi.biz de çareyi trene atlayıp ısınmakta bulduk ama tren bulmak düşündüğümüz kadar kolay olmadı o saatte...dona dona yürüdük,oturduk,yürüdük,trene bindik,ben sezginin kalpağı içinde derin bir uyku bile çektim,derken duraklardan birinde bizimkileri bulduk,trene bindik yatacak yerimize geldik ve uyuduk.mahvolmuştuk.
son gün görev olarak amsterdam'ın belli yerlerinde belli simgeleri bulup fotograflar çekmemiz gerekiyordu,kiminde bisiklet hırsızlarını canlandırıken,kiminde her dinden ibadeti,kiminde lovers'ın önünde sevgi gösterilerini,kızkıza öpüşmeleri,kanallara atlamayı,dünyanın en büyük çiçeğine şaşırmayı vs canlandırdık sonunda gece tüm fotografları izleyip güldük ve
european night'ta
onlarca içkiden tadıp dışarda da onlarca çeşit sigara içip yataga yattığımız anı hatırlayamayacak kadar sarhoş olduk.
son gün mirka ile ki kendisiyle sıradan bir sohbette tanışmış olsak da zamanla ayrılmaz bir ikili haline gelmiştik,iamsterdam'ın önünde fotograf çektirmeye gitmek için oldukça uzun bir yol kat ettik ama istediğimizi elde ettik.picasso müzesininse sadece önünden geçmekle yetindik.
bir gece de artık zman karmaşam o kadar yoğun ki hangisi bilmiyorum; bir arkadaşımızın o bahsettiğim su üstü evinde,yemek yeyip, oyunlar oynadık,öyle bir ev en azından 1 aylığına mutlaka kiralanmalı.
son gecemizde cansu sezgi ben ,judith'in evinde kaldık,sohbet muhabbet derken ben bir şarkı söyledim ve judithin erkek arkadaşının arkadaşı erik (allahım erik gibiydi gerçekten) bana aşık oldugunu söyledi ama ben söylediğim şarkıdan daha çok zevk almıştım sanırım,pek ilgilenemedim kendisiyle,ki sanırım bunda gelmeden sokakta içilen jo'nun da etkisi yadsınamazdı...sabah kalkıp eşyaları toplayıp,trene bindik,yeni durak brüksel'di. 
her şeye rağmen evet muhteşem eğlendim ama her şey çok silik çünkü çok sigara tükettim hatta kek bile yedim.ama hollandalı hiç bir arkadaşımın hayatında coffee shop a uğramamış olması hem bizim bu konuda ne kadar baskıcı oldugumuzun hem de onların bu konuyu nasıl bir turizm aleti haline getirdiğinin en önemli göstergesi idi benim için. şimdi yine olsa yine gider yine sigaramı içer ama daha net fotograflar çeker ve daha çok gezerdim,ki ilerde bir gün yine gideceğimden eminim.
belki bazıları için hala o zevk kenti olma özelliğini koruyordur ama benim için ufak bir köyden öteye gidemedi.
önce bir yere oturup biraz gözlemledim,bir kaç kişiyle muhabbetler ettim,arasıra sıkılıp dışarıda sigara içtim...bir ara o yunanlılardan biri -ki kendisi kyriakos! ile konuşma fırsatım oldu ona selanik maceramı anlatıp atina ya da gelmek istediğimi söyledim,geldiğimde havaalanında beni kırmızı halıyla karşılayacakmış!(:
(daha sonra bir italyan'a pizza ya gelmek istediğimi söylediğimde iyi gel güzel bir yer falan demişti sadece)
çıkıp dolaşalım dedik en sonunda ve red light'a geldik!
bir iki arkadaş hem şaka yollu hem de biraz ciddi olarak kızlarla konuşup fiyat aldı (20 euro) o sırada ben de etrafı fotograflarken bu fotografı çektiğimi gören bir redligt kızı elleriyle suratımı ezeceğine dair bir işarette bulundu..korkup bir süre gizli çekim modlarında takıldım...
önceleri kızlarla aramda bayaa mesafe varken gezmeye başaldıkça sokaklar daralıyor kimi zaman sadece kız değil,içeri bakıp sevişen erkek silüeti görme fırsatı(!) da buluyordum. magic mushroom satan dükkanlardan yayılan marihuana kokuları her ne kadar davetkar olsa da girmedim.
an geldi red light bitti ben yeniden farklı bir dünyadaydım.
anlamıştım ki amsterdam sadece belli bir ruhu olan bir şehir olmaktan ziyade bir çok ruhu aynı anda yaşatan ve geçişleri başarılı olan bir kulüptü!
derken kalınacak yere gitme sırası geldiğinde,bize kalacağımız süre boyunca kullanacağımız şehir içi tren biletlerinden dağıtıldı. binerken kps okutur gibi trenin kapısında okutuyorsun (çok tatlı) çıkarken de öyle...uzuuun bir yoldan sonra bir alt geçidin altından yürüyp orman yoluna çıktık.
sisili bir orman yolu..ara ara dereler...
sonunda bir izci kampı misali duran büyük bir spor salonuna girdik.yine ortam değişikti...önce insanlar köşelere dağıldı sonra yine ısınma turlarıyla oyunlar başladı.birini pek az tanıyan insanlar,duydukları isimler hakkında nasıl biri olduguna ilişkin eglenceli tahminlerde bulunuyorlardı...çocukça olsa da cinsel atıflar tat getiriyordu;belki de en çocukça kısmı buydu..yok yok sonradan oynanan sandalye kapmaya çalışıp birbirinin bacakalrına dolanmaya benzer oyun sanırım daha çok cinsel içerik ve çocukluğu bir arada barındırıyordu,ama kimsenin rahatsız olduğu yoktu...
uyku için bir muhteşem tulum bir de şişme deniz yatağı verildi bana,macar çocuk miklos'un yanındaki boşluğa yerleştim uyandığımda görmek istediğim güzel yüz o oldugu için ancak şişme yatağın ortasını şişrmeyi unuttuğum için bütün gece popomun üşüyen kısımlarını değiş tokuş etmek için dönüp durdum,ertesi gece için yeni bir yer buldum.
sabah çıkıldı,
önce bir tutam big budha bişiy alındı bir kaç sarma kağıdı sonra o sarıldı ve diğer arkadaşlara ikram edilerek onlarınkinden tadıldı.
başlarda ele alınan sigaranın adı sanı sorulurken bir süre sonra kafalar o kadar güzel oldu ve muhabbet o kadar samimileşti ki su gibi akan zamanın sonuna gelindiğinde biraz geç farkedilmiş olması durumu canı hiç sıkmadı.
bekleyenler biraz sıkılmış olsa da anlayışla karşıladılar,prgramlar yapıldı.sırada su üstünde gezi, sex müzesi,isteğe bağlı olarak gidilebilecek sex tiyatrosu madam tuso müzesi vs. vardı.
su üstünde geziden kasıt,her yanından amsterdamı görebileceğin bir ufak yatla amsterdamdaki bütün su yüzeyinin gezdirilmesi demekti ki bir yandan etraftaki tarihi veya sanatsal önemi olan bina ve mekanlarla ilgili bilgi verilirken bir yandan aslında amsterdamın hiç de o kadar küçük bir yer olmadı ispat ediliyordu.
sex müzesi içine girildiği anda bizi siyah deri fetiş kostümler içinde cansız mankenler ve canlı gibi gelen inleme sesleri karşıladı...
bu mankenlerin bazıları gelen kişiyi algılayıp tepki verebilen (örneğin bir tanesi denzici kostümlü bir manken ve önüne geldiğinizde organını kaldırıp aranızdaki cama işiyor.)
neyi ne zaman yaptığımızı net hatırlayamasam da fotograflara baktıgımda ''aa bunu da yapmışız'' diyorum..mesela film ler çektik...4er bölümden oluşan 4filmdi bunlar,ayrı ayrı sahneler çekliyor birbirinden bağımsız,sadece kalınan yer hakkında biraz bilgi veriliyor ve ekipler çerçevenin dışına taşmamaya özen göstererek bu filmleri tamamlıyordu..hala filmleri tam olarak izleyemesem de bir sahnede red light kızları yerine genç erkeklerimizi vitrinlediğimizi,bir ara hollandalı kızıl şekerin başörtüsü altına girdiğini,bir ara cansunun sahne sonunda şemsiyesi altında çok değişik bir cümle söylediğini ve bizim katlar arasında koşuşturduğumuzu hatırlıyorum.
sex theatre'a gelince ücretin 25 eurooldugunu öğrenen arkadaşlar vazgeçtiler biz 5 kişi oyunu izlemeye girdik.oturduğumuzda fark ettik ki bu 5 kişiden 4 ü türk biri yunandı!bu da ülkelerin kültürleri,siyasetleri,tabular vb bir çok konuda bir çok ipucu vermeye yeterli bir farkediş anıydı.içeride fotograf çekmek yasak oldugundan sadece salonun duvarlarına dair gizlice çektiğim bir fotograf sunabilirim:
tiyatro ise tam bir facia: önce orta yaşını geçmiş bir kadın iğrenç vücuduyla striptiz yaparak başlıyor,sonra yarı çıplakken seyircilerin arasında dolanarak kendisine partner arıyor,ama o kadar çirkinki kimseden olumlu cevap alamıyor.
bizim yanımıza geldiğinde kyriakos kadına benim onun kız arkadaşı olduğumu ve izin vermeyeceğimi söyledi ben de sesimi çıkarmadım şimdi olsa yok tatlım buyur derdim eğlence olurdu ama kıyamamışım.derken kadın en sonunda perde kapanana dek bir vibratörle mastürbasyon yapıyor,perde açılıyor bu sefer umutluyuz çünkü karşımızda genç ve güzel denebilecek bir hatun var.fakat bir süre sonra bunun da müzik eşliğinde striptiz den başka bişey olmadığını görüyorsun bundan ziyada göğüslerinin ne kadar küçük ve biçimsiz,kuyruk sokumunun ne kadar derin ve rahatsız edici oldugunu görünce bazı kadınların giyinikken daha güzel oldugu hayallerin gerçeklerden daha tatmin edici olabileceğini yeniden anlıyorsun.derken sahne yeniden açılıyor,kilise müziği gibi bir müzik azrail kılığında bir adam!sanat göreceğim diye ümitleniyorsun ama nerde?bir süre sonra azrail pelerininin altında yine o yaşlı bedenden tanıdığımız üzre ilk kadın çıkıyor ve adama oral sex yapışına tanık oluyoruz.izlemiyor tanık oluyoruz.adam bile zevk alır gibi değil.bir süre sonra yerde,sanki 60yıldır aynı pozisyonda aynı kişiyle sevişirmiş gibi bir zevksizlik abidesi yüz ifadesiyle sevişiyorlar ve perde kapanıyor.bitti mi?25 euro yu bunun için mi verdik demeye bile kalmadan salon terk ediliyor.
akşam yine dönülerek içilen sigaralar arasında değişik değişik bir sürü insanlarla tanışılınıyor,bir çok övgü duyup göğüsler kabartılıyor...haha mc lazy!türk oldugumu öğrenince merhaba dedi bana; şok oldum!tarık'mış adı ama türk değilmiş...birlikte sigara içtiğim adam ertesi gün konferansta bize sunum yaptı; o daha da hoş oldu!hatta en begendiğim seminer de o'ydu.
bir ara gece internet kafeye gidelim dedik uçak bileti bakmak için,hem internet kafe hem coffee shop özelliği olan o cennette sezgi ve ben öyle güzel takıldık ki gece klubüne gittiğimzde sezgi yerinden kalkamadı ben 3 şarkı dinleyip 2 konser dinlemiş kadar eğlenip yoruldum...
takımdan önce kalınan yere dönelim dedik,uzun yol kat ettik ve geldiğimizde kapı duvardı! o soğukta önce insanları aradık ama kimsenin gelmeye niyeti olmadığı gibi telefonumuzu duymaları bile mucizeydi.biz de çareyi trene atlayıp ısınmakta bulduk ama tren bulmak düşündüğümüz kadar kolay olmadı o saatte...dona dona yürüdük,oturduk,yürüdük,trene bindik,ben sezginin kalpağı içinde derin bir uyku bile çektim,derken duraklardan birinde bizimkileri bulduk,trene bindik yatacak yerimize geldik ve uyuduk.mahvolmuştuk.
european night'ta
son gün mirka ile ki kendisiyle sıradan bir sohbette tanışmış olsak da zamanla ayrılmaz bir ikili haline gelmiştik,iamsterdam'ın önünde fotograf çektirmeye gitmek için oldukça uzun bir yol kat ettik ama istediğimizi elde ettik.picasso müzesininse sadece önünden geçmekle yetindik.
bir gece de artık zman karmaşam o kadar yoğun ki hangisi bilmiyorum; bir arkadaşımızın o bahsettiğim su üstü evinde,yemek yeyip, oyunlar oynadık,öyle bir ev en azından 1 aylığına mutlaka kiralanmalı.
her şeye rağmen evet muhteşem eğlendim ama her şey çok silik çünkü çok sigara tükettim hatta kek bile yedim.ama hollandalı hiç bir arkadaşımın hayatında coffee shop a uğramamış olması hem bizim bu konuda ne kadar baskıcı oldugumuzun hem de onların bu konuyu nasıl bir turizm aleti haline getirdiğinin en önemli göstergesi idi benim için. şimdi yine olsa yine gider yine sigaramı içer ama daha net fotograflar çeker ve daha çok gezerdim,ki ilerde bir gün yine gideceğimden eminim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)