10 Mayıs 2010 Pazartesi

beril in berlin.

yine istanbul,yine okul,yine konferans salonunda zopzor hukuki sorularla patlatılan kafalar,2gün,bitirir bitirmez kaçış.
akşamında berlin.
hava şartları nedeniyle uçağınız iki buçuk saat rötar yaptı mı hiç?!
schönefeld havaalanında iniş:
acil su içme ihtiyacımı almanya gazlı su ile karşılamaya çalışınca tüm şişmanlık kaynağını açıkladı aslında,tahmin edildiği gibi domuz eti değil susuzluk dedim ama aslında musluktan su içilebildiği için mevzuu o da değilmiş.

bu karacahil yorumlarımı geçersek,ilk olarak alman ari ırkı yaratmayı hedef edinen hitlerin göz zevkini ve estetik anlayışını kendime çok yakın bulduğumu söyleyebilirm çünkü ilk bindiğim otobüsün şöförünün yüzünü hala oldukça net hatırlayabiliyorum.
her yer bembeyaz karla kaplı,tüm yollar açık!(:
her durakta yerin ismi okunuyor,kısık sesle tekrar ediyorum.
indiğim bahnhof'ta gözümü sola çevirdiğimde mevlana bilmemnesi...bir kaç park halinde bisiklet,duvarlarda hattta yürüyen merdivenin basamaklarında grafittiler...



berlin'e çok önceden gitmiş görmüş olanlar bir daha gitmeli.zira berlin duvarını baştan aşağı değiştirip,ayraç işlevini ortadan kaldırıp bir açık hava resim sergisi haline getirmişler.neredeyse her resmin önünde durup fotograf çekmeme rağmen o hafıza kartını mal gibi düşürdüm amsterdam da..ama zaten bu unutkanlık hem bir tek amsterdamda yaşanabilecek kadar büyük bir unutkanlık hem de benzer resimleri google da da görebildiğimiz için küçük...
berlin'in ikinci el dükkanları bir harikaydı!birinde -bi bir çift bot bir çift deri bordo eldiven aldığım- bir türk kadını çalışıyordu ve ordaki her şey üste giyildiğinde önceki sahibin neler yaşamış olduguna dair ilginç hisler veriyordu...bizdekilerde bir çöp olma durumu varken ordakilerde kalite söz konusu.
bir diğerinde de bir çift çizme begendim çok pahalı oldukalrı için giriştiğim pazarlıktan hiç sonuç alamadan çizmelerle çıktım.
her yer bembeyaz ama hala bisikletliler ''pirilipirli'' sesleriyle dolanıyordu etrafta.
büyük bir alışveriş merkezine girdiğimde bir daha hiç bir yabancı şehirde alışveriş merkezine girmemeye karar verdim.
çok sıkıcıydı.gerçekten çok.
berlin genel olarak dilinizi konuşmakta zorluk çekmeyeceğiniz,bir tren haritası ve bir sürelik uyumdan sonra yaşayabileceğiniz bir şehir gibi gözükse de yabancılara karşı çok da samimi davranmıyor.
ve soğuk,o da istanbul gibi yosma olmasa da bir kadın en nihayetinde...

7 Mayıs 2010 Cuma

kavala

selanik-istanbul otobüs biletimi selanik-kavala'ya çevirmek pek de zor olmadı...kavalaya giden otobüsler pek kalabalık olmadığı için en önde hostes koltuğuna oturup yollarıfotograflamaya koyuldum,kavalaya yaklaştıkça yol kenarındaki minik ev gibi dekorlar gözüme çarpmaya başladı,bir süre sonra onların virajlarda konuşlanmış olduğunu farkettim,arkadaşımız nicos'un evine gittiğimizde öğrendim ki onlar tehlike bölgelerinde insanları kazalardan korumak için yerleştirilmiş minik şapellermiş...öyle sevimlilerdi ki...bir süre sonra yolda onları yakalayıp fotografını çekmek bir oyun halini aldı benim için,bir baktım ki gelmişim(:


nicos bizi
''hoşgeldin''
diyerek karşıladı...
bir iki alışverişten sonra evine giderken,ça
lıştığı kütüphane'yi gösterdi.evinin bir çok yerinde ortodoks mezhebine dair ikonlar ömer hayyam ve mevlana minyatürleri gördüm,bir çok fotograf bakıp istanbul da dahil olmak üzere bir çok şehrin kültür ve tarihinden bahseden zevkli sohbetler ettik,öyle ki ben gökseli unutup nicosla geçirdiğim vakitten muhteşem tat alır oldum,akşamında çıkıp kavala'yı gezerken,aslında türklerle yunanlıların ne kadar benzediğini ve iyi anlaşabildiğini,ama siyasal olarak bu barışın engellenmeye çalışıldığına kadar gelen bir türk-yunan dostluğu aldı başını gitti(:

güzel bir restoranda akşam yemeğimizi yine muhteşem yunan yemeklerinden tadarak geçirdik,bu sırada sohbet daha da koyulaştı.

mimar sinanın annesinin gayrimüslim olması sebebiyle fener rum patrikhanesinin korununuyor olmasından tut,hrıstiyan dinini yayan st.paul'un kavaladan yola çıkmış olmasına,ortodoksların nasıl mezhep ayrılığına sürüklendiğine ve bunu bizans döneminde yaşandığına kadar bir çok bilgi aktı beynime,biraz da yunan rakısı eşliğinde(:




kavala'nın yüksek yerlerinden onun izmirvari görüntüsünü izleyip,büyülendik,arabaya binip otobüsü bekledik.

günlerce buralarda kalabilirdim,kavalayı bir de gündüz gözüyle gezip daha çok fotograflar çekip,onunla sohbet ede ede dünyanın dört bir yanındaki şehirlere gidebilirdim ama bize ayrılan sürenin sonuna gelmiştik...

istanbul'da iki adet finalim kollarını açmış beni bekliyordu...

3 Mayıs 2010 Pazartesi

thessaloniki

yunanistan selanik.
topraklarıma ayak basıp tek başıma başladığım yol,beni yine hemşehirlilerimle bir araya getirdi...yola çıkarken yalnız,dönerken yalnız,ama selanikteyken arkadaşlarımlaydım!otobüs arkadaşları.
göksel ve berfi.
berfi nedendir bilmem,sanırım gökseli benden kıskandığı için,başta çok sıcak davranmasa da bana, göksel(köksal mı demeli) hep sevgiyle baktı.
atatürkün evinin önünde insek de selaniki karış karış gezmek istiyorduk.
oteli arama bahanesiyle saatlerce yürüyüp sohbet ettik gökselle,berfinin buluşması gereken bir yönetmen vardı yanlış hatırlamıyorsam...
bir ara koyu sohbete dalmışken yanımızdan geçen mavi gözlü siyah saçlı kız kadar güzel bir kızı ben hayatım boyunca görmedim!
alışveriş mağazalarına bile girdik,david beckhamın bir parfümü çıkmış bir ara onu aradık,yerlere ağaçlara ışıklara bile çok dikkatli baktık.
otelimi buldugumuzda resepsiyonist bize bir harita verip,üstünde yerimizi işaretleyip mutlaka görmemiz gereken yerleri,gitmemiz gereken restoranları minik daireler içine aldı.bir kaleden bahsedildi ben selanik'e bir daha gitmek için bahanem olsun diye o kaleyi bıraktım onun dışında her yerini gördüm diyebilirim.
atatürkün evinde beyaz bir takım vardı.beyaz eldivenler,beyaz yelek,bana onun şıklığını bir kez daha hatırlatsa da evde çok fazla eşya kalmamıştı...yunan düşmanlığından değil de hepsinin dolmabahçeye getirilmiş olmasından kaynaklanırmış bu durum.
çıkıp yeniden berfiyle buluştuk önce eve girip yine sohbetler kahveler kurabiyeler sigaralar derken,ben kendimi selanikten ziyade çukurcumadaki arkadaşların evinde gibi hissediverdim.
hemen evin yanında ufak samimi(ki samimi kelimesi biraz samimiyetsiz kaçıyor buraya)
bir meyhaneye gittik bir uzo,bir çipura,bir ev yapımı kırmızı şarap,içine beyaz peynir doldurulmuş kırmızı biberler,patlıcan ezmesi yanında büftekler derken,yunan mutfağının bizim damak tadımıza(!) ne kadar benzediğini ama küçük farklılıkların ne büyük harikalar yaratabileceğini gördüm.
çok sevdim orayı.
eve giderken yolda berfi fena halde sarhoş olsa da kulaklarımızı çınlatan bitmek bilmeyen kahkahaları kimi zaman sinir bozucu olsa da doğallığı ve içtenliğiyle tavladı beni.
benimse dudaklarım şaraptan mosmordu,ama hala sigara içip göksel in ingiltere de çekmiş oldugu film üzerine,alevilik üzerine vs. sohbetler etmek gayet keyifliydi.
bi bira içmenin ve berfiyi gitmeyi planladığı sergiye hazırlanması için yalnız bırakmanın zamanı geldiğinde çıktık gökselle...bira içerken bana hayatının pike noktalarını anlattı..elimde ses kaydı olmasını istediğim o önemli anlardandı.zira artık hatırlayamamaktan korktuğum gibi,ondan etkilenmekten de korkuyordum.
bir şarküteride başlayıp,o marketin müdürlüğünden,prodüktörlüğe uzanan bir hayat;
umut dolu oldugunu sandığı bir adaya yol...hayalkırıklığı.

uyandığımda odamdaki televizyonu gece farketmemiş oldugu farkedip rastgele bi kanala bastım,yunan rock şarkıları karşıladı beni...selanikte oldugumu yeniden anladım,bu his beni daha bir çok defa farklı an ve yerlerde de yakalayacaktı...
sevinçle giyinip,dışarı çıktım,bugün selaniğin turistik değil yaşamsal yüzüyle tanışmak,fotograflamak istiyordum.
çiftçiler eylem yapıyorlardı sokaklarda,
iki tane yakışıklı genç ayaklarında upuzun sopalar!sohbetimiz-cilveleşmelerimiz(?)
horon tepen gelinlik giymiş adam.









aristotheles meydanı!
rüya gibiydi.

arka sokaklarda yıkık dökük binaların çöp yığınlarında oynaşan kediler...

bir afişte yüzünde türk bayrağı üstünde yunanca yazıları olan bir adam,o afişin önünden geçerken gökselin beni yeniden bulması...

''hadi'' dedi ''yarın gitme istanbul'a..kavalaya gidelim...''

ne diyebilirdim ki?