3 Mayıs 2010 Pazartesi

thessaloniki

yunanistan selanik.
topraklarıma ayak basıp tek başıma başladığım yol,beni yine hemşehirlilerimle bir araya getirdi...yola çıkarken yalnız,dönerken yalnız,ama selanikteyken arkadaşlarımlaydım!otobüs arkadaşları.
göksel ve berfi.
berfi nedendir bilmem,sanırım gökseli benden kıskandığı için,başta çok sıcak davranmasa da bana, göksel(köksal mı demeli) hep sevgiyle baktı.
atatürkün evinin önünde insek de selaniki karış karış gezmek istiyorduk.
oteli arama bahanesiyle saatlerce yürüyüp sohbet ettik gökselle,berfinin buluşması gereken bir yönetmen vardı yanlış hatırlamıyorsam...
bir ara koyu sohbete dalmışken yanımızdan geçen mavi gözlü siyah saçlı kız kadar güzel bir kızı ben hayatım boyunca görmedim!
alışveriş mağazalarına bile girdik,david beckhamın bir parfümü çıkmış bir ara onu aradık,yerlere ağaçlara ışıklara bile çok dikkatli baktık.
otelimi buldugumuzda resepsiyonist bize bir harita verip,üstünde yerimizi işaretleyip mutlaka görmemiz gereken yerleri,gitmemiz gereken restoranları minik daireler içine aldı.bir kaleden bahsedildi ben selanik'e bir daha gitmek için bahanem olsun diye o kaleyi bıraktım onun dışında her yerini gördüm diyebilirim.
atatürkün evinde beyaz bir takım vardı.beyaz eldivenler,beyaz yelek,bana onun şıklığını bir kez daha hatırlatsa da evde çok fazla eşya kalmamıştı...yunan düşmanlığından değil de hepsinin dolmabahçeye getirilmiş olmasından kaynaklanırmış bu durum.
çıkıp yeniden berfiyle buluştuk önce eve girip yine sohbetler kahveler kurabiyeler sigaralar derken,ben kendimi selanikten ziyade çukurcumadaki arkadaşların evinde gibi hissediverdim.
hemen evin yanında ufak samimi(ki samimi kelimesi biraz samimiyetsiz kaçıyor buraya)
bir meyhaneye gittik bir uzo,bir çipura,bir ev yapımı kırmızı şarap,içine beyaz peynir doldurulmuş kırmızı biberler,patlıcan ezmesi yanında büftekler derken,yunan mutfağının bizim damak tadımıza(!) ne kadar benzediğini ama küçük farklılıkların ne büyük harikalar yaratabileceğini gördüm.
çok sevdim orayı.
eve giderken yolda berfi fena halde sarhoş olsa da kulaklarımızı çınlatan bitmek bilmeyen kahkahaları kimi zaman sinir bozucu olsa da doğallığı ve içtenliğiyle tavladı beni.
benimse dudaklarım şaraptan mosmordu,ama hala sigara içip göksel in ingiltere de çekmiş oldugu film üzerine,alevilik üzerine vs. sohbetler etmek gayet keyifliydi.
bi bira içmenin ve berfiyi gitmeyi planladığı sergiye hazırlanması için yalnız bırakmanın zamanı geldiğinde çıktık gökselle...bira içerken bana hayatının pike noktalarını anlattı..elimde ses kaydı olmasını istediğim o önemli anlardandı.zira artık hatırlayamamaktan korktuğum gibi,ondan etkilenmekten de korkuyordum.
bir şarküteride başlayıp,o marketin müdürlüğünden,prodüktörlüğe uzanan bir hayat;
umut dolu oldugunu sandığı bir adaya yol...hayalkırıklığı.

uyandığımda odamdaki televizyonu gece farketmemiş oldugu farkedip rastgele bi kanala bastım,yunan rock şarkıları karşıladı beni...selanikte oldugumu yeniden anladım,bu his beni daha bir çok defa farklı an ve yerlerde de yakalayacaktı...
sevinçle giyinip,dışarı çıktım,bugün selaniğin turistik değil yaşamsal yüzüyle tanışmak,fotograflamak istiyordum.
çiftçiler eylem yapıyorlardı sokaklarda,
iki tane yakışıklı genç ayaklarında upuzun sopalar!sohbetimiz-cilveleşmelerimiz(?)
horon tepen gelinlik giymiş adam.









aristotheles meydanı!
rüya gibiydi.

arka sokaklarda yıkık dökük binaların çöp yığınlarında oynaşan kediler...

bir afişte yüzünde türk bayrağı üstünde yunanca yazıları olan bir adam,o afişin önünden geçerken gökselin beni yeniden bulması...

''hadi'' dedi ''yarın gitme istanbul'a..kavalaya gidelim...''

ne diyebilirdim ki?

1 yorum:

Rüya Beril dedi ki...

3 resimdeki ortak özellik!